MEZOTERAPİ
Mezoterapi, ilk kez 1952’de Dr. Michel Pistor tarafından uygulanmaya başlanmış ve Dr. M. Pistor derinin mezodermden köken alan dermis tabakasına uyguladığı bu tekniğe 1958 yılında “Mezoterapi” adını vermiştir. Mezoderm; embriyolojik dönemde bağ dokusu, genital organlar, kas, kemikler ve dolaşım sistemini oluşturan, üç germ tabakasından birisidir. Mezoterapi ise; mezoderm kaynaklı bu organ ve doku patolojilerinin iyileşmesi amacıyla, bitkisel, homeopatik ve farmakolojik vb. biyoaktif ilaç ve maddelerin, bölgesel olarak, küçük dozlarla, özel iğneler ve teknikler kullanılarak, cilt içine özellikle, dermis ve hipodermis tabakasına enjekte edilerek uygulanması işlemidir. Bu işlem, mezodermi uyararak ilgili organ ve doku kaynaklı patolojilerin düzeltilmesine ve semptomların azaltılmasına yönelik bir çeşit Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp uygulamasıdır. Mezoterapide, endikasyona göre değişen yani amacına uygun olarak seçilen, birbiriyle uyumlu olan ilaç karışımları, belli bir süre içerisinde (genellikle 5-10 dakika) deriye enjekte edilerek karışımın ve uygulamanın oluşturduğu etkinin dermisten, hedef doku ve organa hızlı ve kontrollü bir şekilde ulaştırılması sağlanır. Bu amaç doğrultusunda, uygulama çoğunlukla patolojik lezyonun veya ağrının bulunduğu yerdeki deri bölgesine veya onun dikey iz düşümüne yapılır, böylece karışımın hedefine hızlıca ulaşması sağlanır. Mezoterapi birçok alanda asıl tedaviyi destekleyici olarak uygulanmaktadır. Başlıca endikasyonları arasında; çeşitli akut ve kronik ağrılar, yangısız sellülit, eklem, bağ dokusu, yumuşak doku patolojilerine bağlı şişlik, sertlik, kızarıklık ve hareket kısıtlılıkları, keloid, alopesia ve akne gibi cilt patolojileri, immün sistemi güçlendirme, spor yaralanmaları, çeşitli dolaşım problemleri ve jinekolojik vasküler patolojiler vb. sayılabilir. Mezoterapide uygulanan karışımın dermis tabakasından sistemik dolaşıma emiliminin yok denecek kadar az olması, uygulanan karışımın çok düşük dozda olması ve bu doz ile istenilen etkiyi elde edebilme şansı, seans aralıklarının gerektiği kadar uzun olması diğer tedavi şekillerine nazaran çok daha az ilaç kullanımı ve daha az yan etki profili, özellikle sindirim sistemi vb. sorunları olup ağızdan ilaç alamayan, allerji şikayetleri olan çoğu olguda, daha düşük maliyetle birlikte kullanılabilmesi mezoterapinin avantajları arasındadır. Mezoterapiye bağlı yan etkiler genellikle kısa süreli, geçici ve uygulanan bölgeye lokalizedir ve daha çok dezenfeksiyon kurallarına uyulmaması, yanlış uygulanan teknik, kullanılan ilaç karışımı ve iğneye bağlıdır. Bunlar kısaca; uygulama yerinde; kızarıklık, ağrı, hematom, ekimoz, enfeksiyon, cilt nekrozu, alerjik reaksiyonlar vb. olarak sıralanabilir. Ayrıca Mezoterapinin; Son Dönem Kalp Yetmezliği, Kalp Krizi, Diyabetes Mellitus, Böbrek Yetmezliği, Antikoagülan Tedavi Altındaki Hasta, Akut Enfeksiyon, Derin Ven Trombozu, Anstabil Kan Basıncı, Senkop Sonrası Epizod, Açık Yaralar, İlaca Karşı Aşırı duyarlılığı olan hasta ve Gebelik durumlarında kullanılması önerilmemektedir. Mezoterapi ile tedavi öncesinde hastalar; oluşabilecek yan etkiler, uygulama prosedürü ve tedavi sonucu konusunda bilgilendirilmeli, ayrıca uygulama öncesinde hastadan mutlaka imzalı onam alınmalıdır.
Sonuç olarak, günümüzde talebin giderek arttığı mezoterapinin, düşük doz ilaç kullanımı, hızlı etkili, düşük maliyetli, minimal invaziv bir yöntem olması ve düşük yan etki profili ile daha pek çok alanda kendine kullanım olanağı bulacağı öngörülebilir. Bununla birlikte mezoterapi; uygulayan klinisyenler ve onların fayda gören hastaları tarafından sıklıkla tercih edilen bir yöntem olmasına rağmen, etkinliği, etki mekanizması ve uzun dönem sonuçları hakkında henüz yeterli bilimsel veri stoğunun oluşmamış olması, bu yöntemle ilgili bilimsel kanıt düzeyi yüksek yayınlara olan ihtiyacın önemini bir kez daha vurgulamaktadır.
Dr.Öğr.Üyesi Mustafa OĞULLUK
HİTİT Üniversitesi Tıp Fakültesi Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği A.D.